CHP Lideri Deniz Baykal ile aylar sonra, 10 Kasım günü TBMM’de karşılaştığımda bana hemen “senin açılım nasıl gidiyor?” diye sordu. Baykal bu soruyu sormakta sonuna kadar haklıydı. İki nedenle:
1) Gerçekten, her ne kadar daha adını koymakta anlaşamasak da (hükümet “demokratik açılım” ya da “milli birlik projesi” derken ben “Kürt açılımı”nda ısrarcıyım) startı verilmiş olan açılımı benimsiyor ve ona katkıda bulunmaya çalışıyorum. Çünkü kendimi bildim bileli (tam olarak söyleyecek olursak 1976 yılından, yani 14 yaşından beri) bu ülkede “Kürt sorunu” diye bir sorunun var olduğunu; bunu çözmeden diğer sorunların hemen hiçbirinin çözülemeyeceğini ve nihayet çözüm için elverişli bir iklimin yakalanmış olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle birisi “senin açılımın” dediğinde hiç rahatsız olmuyorum. Yani adımın çözümle değil de “çözümsüzlük” ile anılmasından korkarım.
2) Baykal’ın o soruyu bana yöneltmesinden kısa bir süre sonra TBMM’de açılım genel görüşmesinin ön görüşmesi yapıldı. O ana kadar işler pek iyi gitmiyordu; ön görüşmede yaşananlar açılımın tadını iyice kaçırdı ve iki gün sonraki genel görüşmenin de açılım için gerekli olan toplumsal mutabakatı temin etme noktasında hiçbir yararı olmadı, hatta zararı dokundu.
Sivil toplum devrede
Evet Kürt açılım sürecinde hep olumsuzluklar, krizler, iletişimsizlikler, polemikler, belirsizlikler öne çıkıyor, bütün bunlardan hareketle de “dağ fare doğuruyor”, “buradan bir şey çıkmaz”, “hükümet her an sil baştan yapabilir” gibi olumsuz değerlendirmeler yapılıyor. Ne var ki, hükümetin yaptığı bütün hatalara, Kürt siyasi hareketinin çıkarttığı bütün gereksiz krizlere, CHP ile MHP’nin bütün engelleme gayretlerine ve açılıma karşı olan toplumsal kesimlerin güçlü ve etkili itirazlarına rağmen açılımın istikabalinin hiç de karanlık olduğunu düşünmüyorum.
Zira toplumun birçok farklı kesiminde çözüm arayışlarının epey güçlü olduğunu ve bu çevrelerin sürecin kazasız belasız ve kalıcı bir çözüm üreterek tamamlanması için uğraştığını biliyor, görüyorum. İşte iki örnek: Pazar günü kendini solda tanımlayan bir grup aydın İstanbul’da bir araya gelip açılım sürecine nasıl katkıda bulunabileceğimizi tartıştık. Her ne kadar çok iddialı projeler geliştirememiş olsak da birbirimizi görmek, bir araya gelip tartışmak ve her birimizin, herşeye rağmen çözüm istediğini görmek bile önemliydi.
Pazartesi akşamı ise Ekopolitik adındaki bir grubun İstanbul Dedeman Oteli’nde düzenlediği çalıştaya “gözlemci” olarak katıldım. Prof. Vamık Volkan’ın yönettiği bu çalıştaya katılanların isim listesine bakıp herbirinin CV’lerini incelemek yeterli. Milliyetçi sağda aktif olarak siyaset yapmış veya bu çevrelerde fikir üretmiş isimlerden, Kürt siyasi hareketinin birçok öne çıkan şahsiyetine, emekli diplomatlardan eski MİT yöneticilerine veya Özel Kuvvetler subaylarına kadar ilginç bir topluluk bütün bir gün boyunca Kürt sorununu ve bunun nasıl çözülebileceğini tartıştı ve kavga çıkmadı. Oturumlar boyunca en sert şekilde tartışan katılımcıların kahve ve yemek molalarındaki samimi sohbetleri, her şeye rağmen Türkiye’deki “barış içinde birarada yaşama” kültür ve deneyiminin hiç de yabana atılmaması gerektiğini gösteriyordu.
Pazar günü yaptığımız toplantıda, aynı anda ülkenin dört bir yanında birçok benzer faaliyetin sürmekte olduğuna emindik. Eğer bu sivil inisiyatifler kendi aralarında belli ölçülerde koordinasyon kurabilirlelrse işte o zaman açılımın önü daha da açılacağa benziyor.
Çünkü birileri memnun olmayacak ama Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için gerekirse “kötü insan” olarak damgalanmaktan çekinmeyen vatandaşların sayısı bazılarının tahminlerinin çok ötesinde.